Berivan Babahan
Yıllarca yaşadığım Londra’ya bugün Perspektif Muhabiri Berivan Babahan olarak gelmenin gururu ve mutluluğuyla sizler ile ‘Perspektif Her yerde’ yazı dizimin ilk basamağını paylaşıyorum. Londra’nın merkezinde bulunan Thames Nehri kıyısına inşa edilen ve ülkenin sembolü haline gelen tarihi yapıları objektifime yakalanan karelerle beraber gezelim…
Tabiki Londra’ya ilk kez gelen her turist gibi ilk ziyaret ettiğim bölge Londra’nın merkezi olarak da bilinen Westminster Bölgesi oldu. Westminster bölgesine otobüsle veya underground (yeraltı treni) ile kolaylıkla ulaşım sağlanabiliyor.

Otobüsle veya trenle bölgeye vardığımızda karşımıza çıkan ilk manzara, ihtişamlı mimarisiyle Big Ben olarak da bilinen resmi adıyla Elizabeth Kulesi olacaktır. Kulenin yüksekliğinin yanı sıra, üst kısmının dört tarafında altın rengi işlemeleriyle yapılan saatleri dikkat çekiyor. Thames Nehri’nin kıyısında saat başı kuleden yükselen çan sesleri atmosferi bir anda değiştirebilecek kadar etkileyici.

Big Ben’i bünyesinde barındıran Westminster Sarayı ise nehir kıyısına doğru uzanan tarihi gotik mimarisiyle turistlerin dikkatini üzerine çekmeyi başarıyor. Westminster Saray’ı günümüzde İngiltere Parlamento Binası olarak da kullanılıyor. Bölgeye adını veren saray ayrıca Thames Nehri üzerine kurulan bir diğer tarihi yapı Westminster Köprüsü’ne de adını vermiştir.


Köprüden nehrin diğer tarafına geçmek için yürürken ise objektifinize takılacak olan ilk manzara Londra’nın simgesi haline gelen London Eye olacaktır. Devasa bir tekerlek şeklinde inşa edilen London Eye, sadece görüntüsüyle değil işleviyle de turistlerin ilgi odağı. Çevresine yerleştirilen kapsül şeklindeki odalarda adeta dönme dolapta döner gibi şehrin kuşbakışı manzarasını da izleyebiliyoruz.

Nehrin kıyısından yükselen bu ‘beyaz tekerleğin’ arkasında kalan ve köprüye kadar uzanan meydanda, klasik arabalardan dizayn edilmiş çok şirin büfelerde kısa bir kahve molası verebilirsiniz. Acıkanlar için sokak yemekleri arasında tercih yapma şansı da var elbet. Klasik mini karavanlarda sosisli satanlar veya hamburgercileri de bolca bulabilirsiniz.


Bir sonraki durağınız ise tabiki Kuleli Köprü diye de adlandırılan Tower Bridge olmalı. London Eye’dan buraya otobüs ve siyah taksilerle de gidebilirsiniz. Ancak, elinizde bir fotoğraf makinesi varsa ve gazeteciyseniz nehir kıyısından yürüyerek kırk dakikada da varabilirsiniz.
Zira yürürken Millenium Köprüsü’nde sizi bir martı karşılayabilir veya Londra Köprüsü kenarında, çadırlarda yaşayan evsizlerle tanışma şansınız olabilir ya da sokakta stant açmış bir resim sanatçısı.


Tüm bu güzel anlardan sonra nehrin üzerinde göğe doğru yükselen iki kulesiyle sizi Tower Bridge karşılayacak. Nehrin kenarında onlarca insanın arasında çimlerde oturup gün batımını köprü ve nehir manzarasıyla yakalayabilirsiniz…



/<


